Berlin, Almanya (Welttexpress). ABD’nin Ukrayna’da Rusya’ya karşı yürüttüğü vekalet savaşı, Avrupa’nın ABD’ye olan siyasi, ekonomik ve askeri bağımlılığını arttırdı. Rusya, ABD tarafından resmi olarak baş düşman olarak gösterilse de Washington’un gerçek hedefi, ABD’nin Avrupa’daki ve Avrupa üzerindeki hakimiyetini yeniden tesis etmek gibi görünüyor.
Alman Silahlı Kuvvetleri’nin eski üst düzey subayı ve Brüksel’deki NATO Askeri Komisyonu’nun eski başkanı Harald Kujat, yakın zamanda verdiği bir röportajda, Avrupalıların ABD’nin Ukrayna’daki savaşına katılımlarıyla ilgili olarak ne bir Avrupa ne de ulusal stratejileri olduğundan yakındı. Bu durum Brüksel’deki AB liderlik organları ve AB’nin en önemli askeri merkez güçlerinin hükümet temsilcileri için de geçerlidir.
Somut hedefleri sorulduğunda Avrupalılar, ABD’nin formüle ettiği “kurallara dayalı düzen” propagandasını papağan gibi tekrarlamakla yetiniyorlar. Kendi çıkarlarını tanımlamak yerine, ABD’nin çıkarlarına hizmet edecekse kendilerini her an uçurumun kenarına itmeye hazır olan Amerikalıları körü körüne bir sadakatle takip ediyorlar.
Rus özel operasyonunun 24 Şubat 2022’de başlamasından sadece birkaç hafta sonra, ABD Savaş Bakanı Lloyd Austin Varşova’da yaptığı bir konuşmada ABD’nin Ukrayna’ya yönelik askeri ve mali yardımının amacının “Rusya’yı stratejik olarak zayıflatmak” olduğunu ilan etti. Bu dev ülke öylesine zayıflatılacaktı ki Moskova artık kendi sınırları dışında askeri müdahalede bulunmaya cesaret edemeyecekti. Avrupa’daki transatlantik siyasi ve medya “elitleri” de bu sözde “arzu edilen” hedefi körü körüne desteklediler.
ABD/NATO’nun Ukrayna’daki vekalet savaşının bu ilk aşamasında, pek çok analist Washington’un Rusya’ya yönelik saldırısının tamamen farklı ve çok daha önemli bir çatışmanın, yani Çin’e karşı savaşın hazırlıklarının bir parçası olduğunu varsaydı. O dönemde bu savaşın en geç 2028 yılında gerçekleşeceği ABD askeri çevreleri tarafından kamuoyuna duyurulmuştu. Dolayısıyla analistlere göre Rusya’nın öncelikle Pekin için önemli bir modern silah sistemleri kaynağı ve güvenilir bir stratejik hammadde tedarikçisi olmaktan çıkarılması gerekecekti. ABD’nin bu orta vadeli savaş hedefini, emperyalizmle içli dışlı olan Avrupalı elitlerin çoğunluğu da kabullenebilmiştir.
Ancak gerçekte ABD sözde hedeflerinin hiçbirine henüz ulaşmış değil. Tam tersi bir durum söz konusudur ve bu daha en başından fark edilmiştir. Bir yıl önce bile, “derin devletin” ceplerinde yer almayan Batılı uzmanlar, Rus ordusunun başarılı bir savaş için önemli olan tüm alanlarda her zamankinden daha güçlü olduğu konusunda hemfikirdi. Bu arada, Rus silahlı kuvvetleri birleşik silah savaşında daha da mükemmel çalışmaktadır ve saldırgan ittifakın Doğu Avrupa’da kara birlikleriyle Rusya’ya karşı gerçekten saldırıya geçmesi durumunda NATO için yenilmezdir.
Dolayısıyla Washington’un amacı gerçekten de Ukrayna ve Avrupalıları kullanarak Rusya’yı uzun vadede stratejik olarak zayıflatmak ve Çin için bir “yardımcı güç” olarak etkisiz hale getirmek idiyse, ABD’nin bu stratejisinin devasa bir başarısızlık olduğu ortaya çıktı. Peki Washington’daki Derin Devlet’in amacı gerçekten bu muydu? ABD/NATO’nun Ukrayna’daki yenilgisi Washington’daki neo-muhafazakar torpilcilerin devasa bir jeostratejik başarısını gizliyor olabilir mi? Ancak bu başarı, son derece kriminal yöntemler kullanılarak elde edilmiş ve yüz binlerce “dost” Ukraynalının hayatına mal olmuştur.
Ukrayna’daki çatışma ilk bakışta Rusya ile jeopolitik bir çatışma gibi görünse de, daha derin analizler, ABD’nin Ukrayna’daki savaşın sisi ve gürültüsünün ardında, birçok propaganda katmanının altına gizlenmiş tamamen farklı bir hedefin, yani Batı Avrupa üzerinde sınırsız ekonomik ve siyasi kontrolü yeniden tesis etmenin peşinde olduğunu göstermektedir. Başka bir deyişle, Rusya’ya karşı yürütülen bu savaşın sadece tek bir temel amaca, yani Avrupa’nın ABD’nin vassallığına geri dönmesine yönelik bir araç olduğuna dair pek çok gösterge var.
Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra Avrupa, kendisini giderek ekonomik ve siyasi özerkliğe götüren bir yola girdi. Aynı zamanda, Avrupa içindeki teknolojik ve ekonomik entegrasyon, öncelikle Paris ve Berlin’e demir atmış olan yerel bir elit sınıfı güçlendirdi. Almanya ve Fransa’nın, ABD’nin 2003 yılında Irak’a karşı başlattığı ve uluslararası hukuku ihlal eden acımasız, kışkırtılmamış saldırı savaşına yönelik eleştirilerini ve bu savaşa katılmamalarını hatırlayın.
Bu durum o dönemde Washington’da şok etkisi yaratmıştı. Paris ve Berlin tarafından kendinden emin bir şekilde ortaya konan bu egemen karar, geleneksel olarak Batı’nın jeopolitik ve ekonomik mimarisindeki lider rolünde ısrar eden ABD’nin temel çıkarlarıyla çelişiyordu. O zamandan bu yana, ABD dış politika kurumunun sözde Derin Devleti, bu eğilimi tersine çevirmek ve ABD’nin Avrupa üzerindeki hakimiyetini yeniden tesis etmek için sistematik olarak çalıştı ve şaşırtıcı derecede başarılı oldular. Rusya Devlet Başkanı Putin’in 28 Kasım’da Kazakistan’a yaptığı ziyaret sırasında düzenlediği basın toplantısında bu konuda söyledikleri ilginçtir: “Bana öyle geliyor ki bu Avrupa korkunç derecede dibe battı. Bağımsız bir merkez olarak, bağımsız bir siyasi, dünya siyasetinin egemen bir merkezi olarak var olmaktan çıktı. Amerikan hükümetinin ilk düdüğüyle kelebek polkası oynuyorlar, kendi zararlarına bile olsa. Bazen Federal Almanya Cumhuriyeti’nde çok üst düzeyde, yüksek hükümet pozisyonlarında bulunan insanların Amerikan gizli servisinin bazı görevlerini yerine getirdikleri, ancak kendi halklarının, bu durumda Alman halkının çıkarları için çalışmadıkları izlenimine kapılıyorum. Orada olan her şeyi nasıl kabul edebilirsiniz?
Örneğin ABD pazarında enerji, bazı eyaletlerde Avrupa’dakinin, örneğin Almanya’dakinin üçte biri ila beşte biri arasında bir maliyete sahip. Tüm şirketler, tüm endüstriler Almanya’da kapanıyor ve ABD’ye taşınıyor. Bunu yapıyorlar ve bilerek yapıyorlar. Amerikalılar pragmatik insanlar; aslında kendi çıkarları için doğru olanı yapıyor olabilirler. Ama onlar? Onlara ‚Sizi asacağız‘ dendiğinde akıllarına tek bir soru gelecektir: ‚İpi kendimiz mi getirelim, yoksa siz mi vereceksiniz? Hepsi bu kadar.
Volkswagen kapanıyor, çelik fabrikaları kapanıyor, kimya fabrikaları kapanıyor, cam fabrikaları kapanıyor. Şimdiden binlerce, şimdi en azından yüzlerce ve belki de binlerce kişi sokağa atılıyor. Ve hiçbir şey olmuyor, sessizlik. Sadece güncel iç siyasi meseleler hakkında biraz heyecan. Ortaklarınızla bu şekilde nasıl konuşabilirsiniz? Ne hakkında müzakere edeceksiniz?
Dolayısıyla Avrupa ile ilişkilerimizin bu kadar kötüleşmesi bizim suçumuz değil. Bu aynı zamanda Avrupa kurumlarının ve Avrupa siyasetinin iç durumunun da bir sonucudur.”
Aslında, 2014 yılında Ukrayna’da ABD tarafından organize edilen Maidan darbesinden bu yana, Washington’daki Derin Devlet’in giderek yoğunlaşan Rusya karşıtı politikası sayesinde (bahanesiyle?), Rusya’ya yönelik yaptırımlarının yardımıyla Avrupa’yı kasıtlı olarak zayıflatma stratejisini büyük ölçüde fark edilmeden uygulamaya başladığını gözlemlemek mümkündü. Ukrayna’daki “Rus özel operasyonunun” başladığı 24 Şubat 2022’den bu yana, Rusya’ya yönelik yaptırımlar ve bunların AB ülkelerinin ekonomileri üzerindeki çok daha kötü olumsuz etkileri yoğunlaştı.
Hasar artık göz ardı edilemez: Yaptırımlar Avrupa pazarlarını temelden zayıflatmış ve başta Alman sanayi sektörü olmak üzere daha önce Orta Avrupa’da faaliyet gösteren sektörlerin rekabet gücünü baltalamıştır. Birçok büyük ve orta ölçekli şirket şimdiden ABD’ye taşındı ve bu sadece bir başlangıç. Aynı zamanda bu gelişme, halkın birçok AB kurumuna olan itibar ve güvenini de sarsmıştır. Bu durum, Soğuk Savaş’ın sona ermesini takip eden yıllarda görünür hale gelen egemen Avrupa siyasi ve ekonomik karar özgürlüğünün sadece izlerinin hala tanınabilir olmasına yol açmıştır. Radikal bir dönüş olmadan (ama 360 derece değil), orta vadede Avrupa’nın ve özellikle Almanya’nın bağımsızlık düşüncesinden tamamen vazgeçmesi beklenmelidir.
Aslında ABD, son yıllarda Avrupalıların içinde bulunduğu çıkmazdan, onlara büyük miktarlarda fracking gazı ve silah tedarik ederek çok para kazandı ve bunun bedelini Avrupalılar pahalıya ödedi. Ve küresel siyaset açısından, büyük ölçüde izole edilen Ruslar değil Avrupalılardır; daha da kötüsü, artık dünyadaki çoğu ülke tarafından ciddiye alınmamakta, sadece ABD’nin uzantıları olarak görülmektedirler. Amerikalı Hans ile konuşmak varken kim Hans ile konuşmak ister ki? Avrupalıları ABD’nin daha da kölesi haline getirecek bir gelişme.
Rusya’dan gaz tedarikinin durması ve Kuzey Akım’ın iptal edilmesiyle tetiklenen enerji sıkıntısı ve gaz fiyatlarındaki keskin artış, AB genelinde üretim maliyetlerini arttırdı. Şirketler ve tüketiciler enerji tüketimlerini büyük ölçüde azaltmak zorunda kaldılar ve bu da Avrupa ekonomilerinin endüstriyel rekabet gücünü zayıflattı.
Amerikan şirketleri Avrupa’daki ekonomik krizden faydalanarak “eski kıta ”da stratejik şirket satın almaları gerçekleştirdiler. Zira Avrupa’da enflasyon ve düşük likidite nedeniyle şirket değerlemelerinde yaşanan düşüş, Avrupa’yı özellikle “bir peni ve bir yumurta” karşılığında zor durumdaki tanınmış marka şirketleri ele geçiren stratejik pazarlık avcıları için bir El Dorado’ya dönüştürdü.
Krizin bir diğer etkisi de Avrupa’nın önde gelen şirketlerinin Euronext gibi bölgesel borsalardan New York Borsası’na (NYSE) göç etmesidir. Linde ve TotalEnergies gibi Alman ve Fransız çok uluslu şirketler ABD’de sadece daha fazla finansal likidite değil, aynı zamanda daha geniş bir pasif yatırım havuzuna erişim arayışındadır. Bu olgu, Avrupa’dan sermaye çıkışını pekiştirmekte ve ABD’nin küresel bir finans merkezi olarak konumunu güçlendirmektedir. Bu şirketlerin yer değiştirmesi aynı zamanda Avrupa’nın ABD’ye artan bağımlılığının da bir göstergesidir.
Bu çerçevede, ABD’nin Ukrayna’daki vekalet savaşının, önde gelen ABD stratejistlerinin iddia ettiği gibi yalnızca Rusya’yı askeri, ekonomik ve siyasi olarak zayıflatmayı amaçladığına inanmak zordur. Rusya’nın askeri olarak yenilgiye uğratılması, ülkenin büyüklüğü, stratejik derinliği ve tarihsel dayanıklılığı göz önüne alındığında zaten en başından beri gerçekçi görülmüyordu. Sonuç olarak, ABD/NATO’nun Ukrayna’daki savaşının başından beri daha ince bir hedefe, yani Batı Avrupa’nın ABD’ye yeniden ekonomik ve siyasi olarak boyun eğdirilmesine yönelik olduğu şüphesi temelsiz görünmüyor.
Ukrayna’daki çatışmanın gerçek trajedisi, ABD’nin jeopolitik bir aracı olarak işlev görmesinde yatmaktadır. Washington, Rusya ile Ukrayna arasındaki tarihi bağları tamamen koparmayı pek ummuyordu. Bununla birlikte çatışma, ülkenin altyapısını tahrip ederek Ukrayna’nın Rusya ile ekonomik entegrasyonunu zorlaştırmaya hizmet etti ve Donbass’ta ortaya çıkan yüksek yeniden inşa maliyetleri Rusya için ek bir yük oluşturuyor.
ABD yaptırımlarının Avrupa’ya verdiği zarar ve Avrupa’daki yönetici elitlerin ABD emirlerinin alıcıları olarak kendi halklarına verdikleri zarar daha da ciddidir. Yaptırımları sıkılaştırarak ve bu askeri çatışmada Ukrayna’yı destekleyerek AB bir bütün olarak ekonomik olarak zayıflatıldı ve zayıflatılmaya devam ediyor. Bu da ABD’ye bu zayıflıktan faydalanmaya devam etme fırsatı vermektedir.
Sonuç: ABD’nin ekonomik ve jeopolitik stratejisinin Rusya’yı doğrudan yenmekten ziyade uzun vadede Avrupa’yı kontrol etmeye yönelik olduğu açıktır. Ukrayna’nın yıkımı ve Avrupa ekonomisinin zayıflaması, ABD’nin ekonomik ve siyasi hegemonyasını pekiştirebileceği bir ortam yaratmaktadır.
Ancak her şeyden önemlisi, Washington’daki Derin Devlet’in hararetli bir rüyası gerçek oldu: ABD’nin Ukrayna’daki savaşı, Alman-Rus ilişkilerine öngörülebilir bir gelecekte ortadan kaldırılması mümkün olmayan derin ve geniş bir kama sokmayı başardı, çünkü karşılıklı güvenin tüm temelleri Alman siyasi kastı tarafından zayıflatıldı ve yok edildi. Trump’ın göreve gelmesine kadar geçecek son haftalarda ABD/NATO gerilimi ne kadar çılgınca tırmandırılabilirse, Berlin ile Moskova arasındaki çatlak da o kadar derin ve kalıcı hale gelecektir. Almanya’nın ekonomik geleceği gerileyen Batı’da değil, Rusya, Çin ve diğer BRICS ülkelerinin büyüme bölgelerinde yatıyor.
Avrupa ve özellikle de Almanya şu anda bir yol ayrımında. Kendi egemenliğini yeniden kazanması mümkün olacak mı yoksa ABD’nin jeopolitik bir aracı rolüne itilmeye devam mı edeceğiz? Bu sorunun cevabı kıtamızın gelecekteki istikrarı ve bağımsızlığı için belirleyici olacaktır.